1 Saat 56 Dakika "

İREM ÖZBİLGİN

TED BURSA

 

 

Saatine baktı. Uzun, siyah saçları gözlerinin önüne düştüğü için rahatlıkla göremiyordu saati. Umursamaz bir tavırla saçlarını geriye savurdu. 14.03. Buraya geleli üç saat olmuştu demek. Önce bu kadar süredir hiçbir şey yapmamış olmasına ve zaman kavramını böylesine yitirmiş olmasına şaşırdı. Ancak sonra bunu da umursamadığına karar verdi.

Garsondan bir kahve daha istedi. Üç saat içerisinde içtiği beşinci kahveydi bu. Geçen zamana zerre kadar dikkat etmemiş olmasına rağmen kaç kahve içtiğinin bilincinde olması garip geldi. Daha ne kadar orada oturacağını bilmiyordu, ya da ne kadar kahve içmeye devam edeceğini. Umursamıyordu da.

Neden orada olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği o an orada olması gerektiğini hissettiğiydi. Çok farklı bir histi bu onun için. Hiçbir zaman kendini hiçbir yere ait hissedememiş biri için fazlasıyla alışılmadık bir histi. Buna neyin sebep olduğunu anlamaya çalıştı ancak bir cevaba ulaşamadı. Kim bilir, belki de son üç saattir bunu anlamaya çalışıyordu ancak farkında bile değildi.

Düşünceleri yavaşça önüne konan sıcak kahveyle bölündü. Garsona teşekkür etmek için yüzünü çevirdiğinde garsonun bakışlarında bir tuhaflık sezdi. Önemsemedi, saatlerce yalnız başına ve hiçbir şey yapmadan oturan birini garipsemiş olmaları normaldi. Yine de garsona korkulacak bir şey olmadığını belli etmek istercesine teşekkür ederken yüzüne sevecen bir gülümseme oturttu. Garsonun bakışlarını biraz yumuşatmıştı bu gülümseme, daha temkinli bir gülümsemeyle karşılık verip sessizce uzaklaştı.

İnsanları incelemeye bayılırdı ve çoğunlukla etraftakilerin ne düşüneceğini önemsemeden gözlerini çevresindekilere dikmekten çekinmezdi. Bu özelliği onu muazzam bir gözlemci yapıyordu. Bu yüzden insanların verdiği tepkiler onu şaşırtmazdı ancak yine de karşılaştığı reaksiyonları izlemekten büyük bir zevk alırdı. Farklı insanların benzer ancak aslında çok farklı mimiklerle aynı duyguları yansıttığını ondan başka farkeden oluyor muydu acaba?

Gözlerini kapattı ve kahve kokusunu içine çekti. Hissettiği kokunun saf kahve kokusu olmamasından rahatsız oldu fakat çevresindeki yiyecek ve içeceklerin bu kokuya dahil olmaması imkansızdı. Yine de daha güçlü hissettiği kokunun kahveden geliyor olmasıyla kendini teselli etti ve kahvesinden bir yudum aldı. Kahve tahmin ettiğinden daha sıcaktı ve fazla büyük bir yudum almıştı. Dili yandı ama bu his her zaman hoşuna gitmişti, kendini daha canlı hissetmesini sağlıyordu. Kahvesini masaya geri bırakırken dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Çok belirgin olmamasına rağmen oldukça içten bir gülümsemeydi bu.

Gözlerini açtı ve etrafına göz gezdirdi. Tam karşısındaki masada yaşlı bir adam ve küçük bir kız oturuyordu. Tüm yüzünü kaplayan ancak özellikle gözlerinin çevresinde yoğunlaşan kırışıklıklara bakılacak olursa en az yetmiş yaşında vardı adam. Küçük kızsa en fazla beş yaşındaydı. Adam çay içerken küçük kız da sandalyede dizlerinin üzerine çıkarak zar zor yetiştiği masaya yayılmış renkli kalemler arasından en güzelini seçmeye çalışıyordu. Dakikalarca bakışlarını çevirmedi küçük kız ve yaşlı adamın masasından. Küçük kızın resim yaparken takındığı ciddi tavır büyülemişti onu. Kullanacağı rengi seçerken uzun uzun düşünmesi özellikle hoşuna gitmişti. Küçük kızın mükemmeliyetçi tavrının onu hayatının kalanında çok zorlayacağını düşündü. Sonunda kız resmini bitirip yaşlı adama göstermeye karar verdiğinde onları izlemekten vazgeçti, diyaloglar onu ilgilendirmiyordu.

Sağ tarafında gürültüyle konuşan bir grup kadın vardı. Keyifleri yerindeydi ve kesinlikle çevredekilerin keyfini umursamıyorlardı. İçlerinden geldiği gibi yüksek sesle kahkahalar atıyorlardı. Normalde bu tavrı oldukça saygısız bulur ve rahatsız olurdu ancak bu sefer bir istisna yapmaya karar verdi. Kim bilir, belki de liseden beri görüşmüyorlardı ve bu buluşma onları o günlere geri götürmüştü. Kim lisedeki arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde gürültücü olmazdı ki? Yine de dikkatini bu gruptan uzaklaştırma gereği duydu, içinde bulunduğu sakin ruh haline fazlasıyla ters düşüyorlardı.

Cama çarpan su damlalarının sesiyle irkildi. Bir anda başlayıp gittikçe hızlanan yağmur istemsiz olarak kahveyi daha sıkı tutmasına sebep oldu. Beklenmedik yağmur sebebiyle koşuşturan insanlar vardı dışarıda. Sabah hava durumunu dinleyip uyarıları dikkate alanlar şemsiyelerini boşa taşımamış olmanın verdiği zafer duygusuyla yürüyüş ritimlerini bozmadan yola devam ediyorlardı. Kalanların çoğu başlarını eğmiş, hızlı hızlı yürüyerek ve korunacak bir yer arayarak kaçmaya çalışıyorlardı yağmurdan. Bu kalabalığın arasında biri dikkatini çekti. Etraftakilerin telaşına meydan okurcasına hareket etmeden duran biri vardı dışarıda. Hızla yağan yağmur yüzünden yalnızca silüeti seçilebiliyordu. Yavaşça kollarını iki yana açıp başını yukarı kaldırdı bu kişi. Öylesine odaklanmıştı ki, onun yüzüne çarpan su damlalarını kendi yüzünde hissedebiliyordu. Sonra, yine yavaşça, yüzünü indirdi bu gizemli kişi. Yalnızca silüetini seçebiliyor olmasına rağmen doğrudan ona baktığını hissetmişti. Bakışlarını başka bir yöne çevirmeye çalıştı fakat öylesine kilitlenmişti ki bu imkansızdı. Ona çarpan su damlalarını kendi teninde hissedebiliyordu.

Bir an duraksadı. Ona çarpan su damlalarını hissedebiliyordu ama neden “gerçekten” hissetmesindi ki? Bir anda bu istek öylesine güçlendi ki hesabı istemeye bile vakit ayırmadı. Cebinden çıkardığı parayı –muhtemelen hesabın iki katı kadar olan parayı- masaya bıraktı ve hızla dışarı çıktı. İlk yağmur damlasını hissettiği an durdu ve farkında olmadan bir süredir tuttuğu nefesini verdi. İnsanların geçişini engellememek için birkaç adım attı ve daha tenha bir köşede durdu. Az önceki silüetin yaptığı gibi yavaşça kollarını iki yana açtı ve başını yukarı kaldırdı. Gözlerini kapattı. Hayal ettiğinin çok daha ötesindeydi hissettikleri, çok daha yoğundu. Daha önce hiç hissetmediği kadar canlı hissediyordu.Sanki ilk kez gerçekten yaşadığını hissediyordu… Bir süre hareketsiz kaldı ve bu anı zihnine kazımaya çalıştı. Gözlerini yeniden açtığında silüetin hala orada olduğunu gördü. Hala kendisine baktığını hissediyordu ancak ona yakınlaşmaya çalışmadı. Üzerine yapışmış kıyafetleri, uzun, siyah ve artık ıslak saçları, yağmur damlaları ve silüetin bakışlarından başka hiçbir şey yoktu o an onun için.

Yağmur yavaşlamaya ve en sonunda dinmeye başladığında ne kadar süre öyle durduğunu bilmiyordu. Hiç beklemediği bir anda hiç tanımadığı bir insanla yaşadığı bu anın şimdiye kadar kimseyle paylaşmadığı kadar özel olması hareketsiz bırakmıştı onu.

Silüet belirginleşmeye başlamıştı. Saatine baktı. Uzun, siyah ve ıslak saçları gözlerinin önüne düştüğü için rahatlıkla göremiyordu saati. Umursamaz bir tavırla saçlarını geriye savurdu. 15.59. Silüetin olduğu tarafa bir daha bakmadan arkasını dönüp yürümeye başladı. Dudaklarında muzip bir gülümseme vardı.