LÜTFEN SAKİN OLUNUZ

Defne Akşit

ODTÜ Gelişirme Vakfı Lisesi

 

“Azrail, danışmaya lütfen. Azrail, danışmaya lütfen.”

            Gözlerimi açtım.

            Yanımda oturan adam başını kaşımak için kolunu kaldırınca dirseği omzuma çarptı. Bana döndü, kibarca özür diledikten sonra yerine yerleşip “Cehennemin Yedi Katı: Dante Asansör Sistemleri” adlı bir broşürü okumaya devam etti.

            Etrafıma bakındım. Bulunduğum yer bir doktorun bekleme odasına benziyordu. Duvarlar yumuşak bir şeftali rengine boyanmıştı, yerler de karoydu. Önümdeki alçak sehpanın üzeri bekleyenleri eğlendirmek için konulmuş tarihi geçmiş dergilerle doluydu. Bir yerlerden klasik müzik sesi geliyordu.

            Başımı yavaşça sola çevirdim, boyun kaslarım uzun zamandır kullanılmamış gibi ağrıyordu. Üzerinde büyük, kırmızı harflerle DANIŞMA yazan bir masanın arkasında oturan orta yaşlı kadın bir rapor doldurmakla meşguldü. Çene hizasına gelen, küçük pembe tokalarla geriye tutturulmuş kıvırcık saçları vardı ve burnunun ucunda duran yarım ay şeklindeki okuma gözlüğü bebek mavisiydi. Onu izlediğimi fark edince başını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi.

            “Hoşgeldin canım. Kendini nasıl hissediyorsun?”

            “Beton yutmuş gibi,” diye cevap verdim bir elimle karnıma dokunup yüzümü burşturarak.

            Kadın bilmiş bilmiş başını salladı. “Ben de öyle düşünmüştüm. Merak etme hayatım, yeni gelenlerde hep aynı şikayet olur. Bir fincan yeşil çay ister misin?”

            “Aynı fikirdeyim,” dedim ne dediğine hiç dikkat etmeden. “Niçin buradayım acaba?”

            Kadın kalemiyle masasının solundaki bir kapıyı işaret etti. “Doktor Bey seni az sonra görecek. Şu anda başka bir hastayla ilgileniyor.”

            Gözlerim biraz bulanık görüyordu. Kapıya şöyle bir bakış attım ve kadına dönüp daha fazla soru sormak için ağzımı açtım.”Ne-“

            Durdum. Beynim az önce gördüklerimi algılamıştı.Görüşüm berraklaştı. Yavaşça tekrar kapıya döndüm. Üzerine asılı kocaman bir tabelada büyük harflerle LÜTFEN SAKİN OLUNUZ yazıyordu.

            Ağzım açık kaldı. “Lütfen sakin olunuz mu? Tam olarak ne doktoruyla görüşeceğim ben?”

            “Eğer panikleyecek gibiysen hayatım,” dedi kadın son sorumu duymazdan gelerek, “Sana bir fincan yeşil çay ikram edebilirim. Seni yatıştırır.”

            “Yeşil çay? Hayır, yeşil çay istemiyorum. Yeşil çaydan nefret ederim.” Biraz kaba konuşmuştum ama bana sakin kalmamı söyleyen bir tabelaya bakmak sinirlerimi hoplatmıştı. “Söylesenize, bu tabela tam olarak kaç kişi üzerinde etkili oldu?”

            Kadın üzüntüyle iç geçirdi. “Çok az. İnsanlar nedense söylenenin tersini yapıyor.”

            “Gerçekten mi?” dedim gözlerimi koca koca açarak. “O zaman neden tabelayı indirmiyorsunuz?”

            “Patronun isteği. Bu tabela yüzünden bir yılda yeşil çaya ayırdığımız bütçe, cehennemin dördüncü katını ısıtmak için ayırdığımızdan fazla. Tam bir fiyasko, eğer bana sorarsan.”

            “Bence de,” dedim zayıf bir sesle ve daha fazla soru sormamaya karar verdim. Başım zonklamaya başlamıştı.

            O anda doktorun kapısı kendi kendine açıldı. “Sıradaki!” dedi gür bir ses.Kadın bana gülümsedi. Ayağa kalkıp derin bir nefes aldım.

            “Lütfen oturun,” dedi doktor ben kapıyı arkamdan kaparken. Oturdum ve etrafıma bakındım. Oda tavandan masaya kadar bembeyazdı ve hiç penceresi yoktu. Sinirlerim kopma noktasına gelmişti artık.

            Doktor, “Yeşil çay ister misiniz?” diye sorunca da koptu.

            “Hayır, yeşil çay istemiyorum!” dedim bağırarak. “Burada neler oluyor? Neredeyim? Siz kimsiniz? Benim bir doktora ihtiyacım yok, son derece sağlıklıyım!”

            Doktor yorgun yorgun gülümsedi. “O konuda,” dedi masasının altından bir ayna çıkarırken, “Bir fikir ayrılığı içindeyiz.” Aynayı bana uzattı.

            Aynayı elinden kaptım. Bu insanların derdi neydi? Dik dik karşımdaki doktora baktım. Başıyla aynayı işaret etti. Kızgınlık ve şaşkınlık arasında gidip gelerek aynayı yüz hizasına kaldırdım.

Ayna elimden düşüp parçalandı. 

Dehşetle çığlık atarak sandalyemden fırladım. Ellerim bileklerime gitti ve çılgınca nabzımı aradım. Tık yoktu. Dizlerim üzerine yere çöktüm ve titreyen ellerimle aynanın kırık  bir parçasını alıp yüzüme tuttum. Beti benzim atmış, yüzümden tüm kan çekilmişti, o yüzden alnımın ortasındaki kurşun deliği iyice belirgindi.

             “Burası hastaların öbür hayata geçmeden önce kontrole geldikleri ve kataloglandıkları bir tesistir,” dedi doktor alçak sesle. “Ahiret Polikliniği’ne hoşgeldiniz. Katilinizin öldüğü anda yargılanacağına dair güvence veriyoruz. Sizce bize onun tarif edebilir misiniz?”

Uzaklardan bir yerden, hayal meyal, danışmada oturan kadının sesini duydum.

            “Yeşil çay? Sinirleri yatıştırır.”