UMUT YOLCULARI

R.Günkut Özmen

AYDIN BAHÇEŞEHİR Koleji

 

 

Bölüm 1: Çaresiz Çocuk

    Bir zamanlar Afrika’nın küçük bir köyünde yaşayan küçük bir çocuk varmış. Onun adı Mohammed’miş. O daha bebekken babası İngilizler tarafından kaçırılmış ve onu bir köle yapmışlar. Mohammed o zamandan beri içine kapanık ve mutsuzmuş.

 

    Mohammed okulda pek başarılı değilmiş. Sınavlardan pek iyi notlar alamazmış. Çünkü o zamanlar Afrika‘da kuraklık ve açlık varmış. Bu yüzden de maddi yetmezliklerden dolayı çalışamamış ama Mohammed’in okulda bir sürü arkadaşı varmış. Hepsi ona yardım ediyormuş. Mohammed de arkadaşlarını çok seviyormuş. Fakat onun en sevdiği arkadaşları Jimba ve Haruni imiş. Jimba ve Haruni de Mohammed’i çok seviyorlarmış ve ayrıca onların da babaları o gün kaçırılmıştı. Aralarında en başarılıları Jimbaymış ama sınıf genelinde en başarılı o değilmiş…

 

    Mohammed bir gün odasına çekilmiş ve kendi kendine sorular yağdırmaya başlamış: ”Acaba babam hayatta mıdır?, Hayatta ise beni unutmuş mudur?Jimba ve Haruni’nin babaları ile birlikte midir?...”İşte Mohammed o gün bir karar almış.Ertesi gün bu konuyu arkadaşları Jimba ve Haruni’ye anlatmış ve arkadaşlarına bu önemli konuyu düşünmeleri için bir gün zaman vermiş.O gece ikisi de bu konuyu düşünmüşler ve ikisi de Mohammed’i de katarsak üçü de olumlu karar vermeyi beklemekten yeğ kılmışlar.Ve o gün  küçük bir sal veya kayık yapmak için odun toplamışlar.Ama bir türlü bir ulaşım aracı yapmayı başaramamışlar.Bunun sonucunda az daha fikirlerinden vazgeçiyorlarmış ama akıllarına daha iyi bir fikir gelmiş…

 

      BÖLÜM 2: Biletler, Yolculuk, Hayal Kırıklığı

    Bu üç kafadarın aklına gelen plan şuydu: Paralarını birleştirip üç tane gemi bileti alacaklardı ve babalarını arayacaklardı.

 

  Rıhtıma gittikleri zaman biletlerini almışlar ve annelerinden gizlemişler. Ertesi hafta okuldan kaçarak gemiye binmişler. İçlerinde büyük bir sevinç ve biraz da korku varmış. Gemiye bindiklerinde ilk karınlarını abur cubur ile doyurmuşlar. Sonra da odalarına çekilip sohbet etmeye başlamışlar. Aralarından en konuşkanı Jimbaymış. Her zaman soruları o sorup sohbetleri o başlatırmış. Zaten Jimba’nın en başarılı olduğu ders Afrikaca (Türkçe)’ymış.

 

  Sohbetleri günün sonuna kadar sürmüş ve oturdukları yerde uyuya kalmışlar. Sabah uyanınca bu duruma gülüşmüşler. Gülüşürlerken Haruni’nin aklına yanına aldığı çizgi-roman gelmiş. Hemen çizgi-romanı çantasından çıkarmış. Çizgi-romanın adı:”Zagor Kazmakürek Bill’in Hazinesi” imiş. Okumaya dalmışlar. Onlar okurken seslerini duyan Ian adlı Amerikan çocuk yanlarına gitmiş. Ian çok zengin bir ailenin tek çocuğuymuş. Ve sormuş:”Üçünüze de elli rand (Afrika’nın para birimi) versem benimle arkadaş olur musunuz?”.Kurnaz üçlü hemen kabul etmiş ve parayı sömürmüş. Ama Ian onların iyi bir arkadaşı olmuş.

 

    Ertesi gün Ian, Jimba, Haruni ve Mohammed kahvaltı yapmak için sıraya girmişler. Yemek paralarını en zenginleri olan Ian ödemiş. Kahvaltıdan sonra Ian’ı izleyen ailesi onun arkadaşlını görmüş ve onu yanlarına çağırıp onunla konuşmaya başlamış. Bu sırada Mohammed, Jimba ve Haruni biraz denizi seyretmek istemişler. Birkaç dakika geçtikten sonra bir kuğu görmüşler. Bunu gören üç kafadar çok şaşırmışlar. Küçücük kuğu dev bir okyanusun ortasındaymış. Düşündüler ki: Acaba bu kuğu oradan buraya ne zorluklarla gelmiştir? Biraz ekmek atsak mı? Acaba ölecek mi? Ölmeyecek mi? ...

 

   Onlar konuşurken onların konuşmalarını ve sorularını duyan Ian bu kuğuyu görmek istemiş. Ve yanlarına gitmiş. Ian şaşkınlıklar içinde bağırarak: “BU KUĞU BENİM. ONU KAYBETMİŞTİM PEŞİMDEN GELMİŞ.”demiş. Cankurtaranlara söylemiş ki: “Amca bu benim kuğum alıverir misin?” Cankurtaranlar da o kuğuyu denizden almışlar. Ian bu olaya çok sevinmiş. Bu sırada denizde bir fırtına belirmeye başlamış. Ian, Haruni, Jimba ve Mohammed çok korkmuşlar ve odalarına çekilmişler. Fakat denizden gelen dev dalga onları direk derin sulara gömmüş.

 

   Ertesi gün tan ağarırken uyanmışlar. Kendilerini bir adanın sahilinde bulmuşlar. Fakat artık onlar dört kişi değilmiş. Aralarında bulunan Ian artık hayatta değilmiş. Jimba, Haruni ve Mohammed’i ayağa kaldırmış ama sıra Ian’a gelince işler kötüymüş çünkü o artık ölü bir çocuk olarak tarihe karışmıştı. Üç kafadarlar onun yasını tutmuşlar.

 

   Acıktıkları zaman adadaki meyvelere saldırmışlar. Adadaki meyveler arasında en sevileni ananas olmuş. Fakat artık bu adadan gitme zamanı gelmiş. Ama bunu nasıl yapacaklarmış? Bu soru üzerine bir sal yapmak gelmiş akıllarına. Sal biraz geniş olmalıydı çünkü salın üzerine üç kişi binecekmiş. Ama sal ile  yolculuk yaparken karınları acıkabilirmiş. Bu yüzden adadaki bütün ananasları, mandalinaları ve armutları toplamışlar. Bu topladıkları meyvelerin yanı sıra topraktan yaptıkları dört veya beş testiye su doldurup meyveler ile beraber kumsala yığmışlar. Sıra sal yapmaya gelmiş. Adada yaşayan yerlilerin yaşam merkezlerine girmişler ve oradaki inşaat yapılan yerlerden birinden birkaç tahta kaçırmışlar. Tabii ki çek iç ve çivi almayı da unutmamışlar. Tahtaları birleştirerek salı bir günde yapmışlar. Topladıkları meyveleri ve suyu sala koymuşlar. Salı denize bıraktıkları gibi rüzgar nereye biz oraya olarak yola çıkmışlar.

 

  Bölüm 3: Şansa Dayalı Hayaller

Mohammed, Jimba ve Haruni günledir yoldalarmış. Hep babalarını görmek istiyorlarmış. Onları çok ama çok merak ediyorlarmış. Hatta her akşam yıldızlara bakıp babalarını anımsıyorlarmış. Onlar için dua ediyorlarmış. Yani babalarına bağlılıklarını ve inançlarını hiçbir zaman kaybetmiyorlarmış.

 

  Bir gün denizlerde ilerlerken çok uzaklarda bir sürü parlak ışıklar görmüşler. Bunlara hayranlıkla bakarken bir yandan da bu ışıkların İngiltere’den geldiklerini düşünmüşler ama yanılmışlar burası Amerika Minnesota (Minesota) havalimanının ışıklarıymış. Karaya vurduklarında İngiltere’ye giden bir uçak görmüşler. Hemen koşup uçağın bagaj kapağı kapanmadan bagajın içine girip saklanmışlar.

 

  Sekiz saat süren yolculuğun ardından deprem gibi guruldayan midelerini yatıştırmak için bir şeyler yemişler. Kraliyet sarayına gizlice girip akşam vaktinde babalarını kaçırmışlar. Kendilerini sonra tanıtıp hasret gidereceklermiş. Bunları yaptıktan sonra babaları köleliği anlatmış. Hemen anlatmadan önce güvenli bir yere gitmişler. İşte babaları köleliği o zaman anlatmış: Kölelik çok kötü bir şey. İstenilen her şeyi yapmak zorundasınız. Haksız yere bizi öldürdüler. Mesela onların üç çeşit öldürme yöntemleri var biz çok şanslıyız. Gemideyken ağırlık yapanları öldürdüler. Şöyle: Birinci yöntem; üç kişiyi iplerle taşa bağlıyorlar ve denize atıp boğuyorlar. İkinci yöntem; kılıçla yaklaşıp bizi denize doğru sürüyorlar. Üçüncü yöntem; bu yöntem ise bizi bir yere bağlıyorlar ve sırtımıza kırbaç vurarak öldürüyorlar. Köle olmak böyle kötü bir şey işte. Bizi kurtardığınız için teşekkür ederiz bu arada.

  Sohbetler sona erince Afrika’ya giden ilk gemi ile ülkelerinin yolunu tutmuşlar. Ama eve geldiklerinde köylerini kuşatma altında görmüşler. Fakat köy halkı düşmanlarına bir tuzak kurup onları içten yaralamış ve bu altı kişi de katılınca zafer kazanılmış ve bağımsızlık ilan edilmiş. (1971)