" Yarış Atları " 

EDA ERDOĞMUŞ

KOÇ LİSE

 

Küçükken ailemizin sürdüğü yarış atlarıydık. Onlar bize yön verirlerdi. Biz de aksi bir yöne gitmeden ilerlemeye çalışırdık. Zamanla bizi süren binicilerimiz yoruldu ve indiler üstümüzden. Artık daha mutlu, daha özgür olmalıydık, değil mi?  Artık üstümüze binen kocaman bir yük yok sonuçta ve istediğimiz yöne gidebiliriz. Ama, gidemiyoruz işte. Sürücülerimiz iniyor ve nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Öyle bir dönem başlıyor ki artık ailemizin yerine yeni bir sürücü getiremiyoruz. Ne kendimizi ne de başkasını… İşte bu dönemde hepimiz duvara tosluyoruz. ‘Duvara Toslama Dönemi’ndeki bir yarış atından bahsedeyim size.

            ‘Duvara Toslama Dönemi’ndeki bu yarış atı dokuz – on yaşlarımdaki ben. Okuma yazmanın ilk safhasını geride bırakmış, dört işlemde ustalaşmaya başlamış, yardıma muhtaç birinci sınıf çocuğundan birkaç adım ilerdeyim artık. Bu yüzden binicim elini ayağını çekiyor benden. Ben de artık hatalarımla tanışıyorum. Duvarlara çarpıyorum, her çarpışımda tıpış tıpış eski binicimin yolunu tutuyorum. O da bana çok yardım edemeden yolluyor zaten beni. Uzun bir süre yeni bir binici arayışı içinde oluyorum.

            Kendisine onu sürecek yeni bir binici arayan bir yarış atı ise yaklaşık olarak on bir ve on beş yaşları arasında oluyor. Bu dönemin başlarında ailesini eski konumuna geri getirmek için çabalar devam ediyor. Umut kesilince bu at seviniyor ‘Ben artık yetişkinim.’ diye. ‘Kendi kendimi kontrol edebilirim, ne de olsa büyüdüm.’ havalarındaki bu at aniden ciddi bir düşüş yaşıyor. Her çamur birikintisine basıyor, her taşlı patikada düşüyor da düşüyor. İşte o zaman ‘Duvara Toslama Evresi’ne bir geri dönüş oluyor. Tekrar aileye yalvarılıyor ama nafile. Genç yarış atı anlıyor ki kendisini eğitme zamanı gelmiştir. Ama, biniciliğe bu yaşlarda başlanılır mı hiç? Zavallı atçık çok geç kalmıştır ne yazık ki, ne yapsın? Atın başına geçme vakti de gelmiştir.

            Başka atlardan, başka binicilerden örnek alma vakti gelmiştir artık. Başvurulacak en yanlış yoldur bu aslında ama çaresizlik işte ne yapsın… Örnek alınacak biniciler de doğru değil ki. Genç yarış atı da yapabildiğinin en iyisini yapmak ister ama işittiği laf nedir? : MÜKKEMMELİYETÇİ. Nazik olmaya çalıştığında ise bu at, ‘HAYIR’ demeyi bilmez. Hele insanların düşüncelerine değer verse bu  at, insanların söylediklerini KAFASINA ÇOK TAKMIŞ oluyor. Sonunda genç at da ‘onlar’dan biri haline dönüşüyor. Diğerleri ona ‘Yanlış yapıyorsun.’ diyor. Genç atın ise en büyük hatası onları dinlemiş ve kendisini onlara benzetmiş olmak.

            Bir başka konuya dikkat çekeyim: Bu atlar sıradan atlar değiller, ‘Yarış Atı’ onlar. Her birinin arasında ayrı bir mücadele, ayrı bir rekabet, içten içe ayrı bir hırs. Biniciyle at özdeşleşiyor artık. Ne yazık ki yanlış yetiştirilen biniciyle… Binici iç dünyasını, atın kendisi ise hareketlerini, davranışlarını yansıtıyor atın. Diğer atlar öyle bir eğitiyor ki  yetişkinliğe adım atmak üzere olan bu atı, tanınamıyor artık. Masum at bambaşka birine dönüşüveriyor.

            Nasıl bir dünyada, nasıl bir sistemin içinde yaşıyoruz biz, atlar? Nasıl biz kendi kendimizi yönettiğimizi zannederken bile başka atlar bize yön veriyor? Nasıl da en iyi arkadaşlarımızın, dostlarımızın, kardeşlerimizin yüzüne gülüp arkalarından konuşuyoruz? Neden kendimizi özgür bırakıp istediği yere giden, gönlünce gezen atlardan değil de ‘yarış atları’ndan olmayı seçiyoruz? Düz görmemize neden olan bu at gözlüklerinden, adımızın önündeki ‘yarış’ sıfatından kurtulmak; bir kelimenin hayatımızın sistemine şekil vermesini engellemek bu kadar mı zor? Peki ya İNSAN olmak…