ÇOCUKLARA ÖYKÜLER
GİZEMLİ DERS - Ş. Sema Tuncel
Herkesin çok sevdiği bir ders vardır. Bizim sınıfın en sevdiği ders resim dersiydi çünkü o gün, her zaman çok ilginç şeyler olurdu. Hiç birimiz nedenini bilemezdik ama o ilginçlikler çok hoşumuza giderdi. Kendi kendimize sorardık: bizim öğretmenimiz mi sihirbaz, yoksa resim dersimiz mi gizemli?
Cuma günü, ders programımızın son iki saatinde yine resim dersimiz vardı. Ders saati geldiğinde, bütün sınıf, her zamanki gibi, heyecanla derse girdik. Öğretmenimiz derste ne yapacağımızı anlatmaya başladı:
-Çocuklar, bugün bir oyun parkının resmini çizeceksiniz. Bütün detayları, çocukları, oyuncakları, eşyaları, hatta parkın içinde yer aldığı doğayı da çizmeye çalışın. Çizdikten sonra resimlerinizi bana vereceksiniz. Sizlerle resimleriniz hakkında konuşacağım. Ah! Unutmadan söyleyeyim: resimde mutlaka siz de yer alacaksınız. Yani, kendinizi ve de belli sayıda sınıf arkadaşınızı da o resimde çizmeye çalışın. Anlaşıldı mı?
Hepimiz çok heyecanlanmıştık. Hep bir ağızdan “Anlaşıldı öğretmenim” diyerek istekle resmi çizmeye başladık.
Bir saat boyunca hepimiz aklımızda kalan bir çocuk parkını hayal ederek, çizmeye çalıştık. Salıncaklar, kaykaylar, tahterevalliler, kum havuzları, dönenceler, yaylı hayvanlar, hatta parkın dışındaki simitçiyi, ağaçlara konmuş kuşları, çiçeklerin üzerinde dolaşan kelebekleri de çizdik.
Herkes en yakın arkadaşını yanındaki oyuncağa binmiş olarak çizdi. Ben de en yakın arkadaşlarımla, kıvrılarak aşağı inen en yüksek kaykaydan kaydığımızı hayal ederek çizmeye çalıştım. Sınıfta pek hoşlanmadığım Ali’yi kum havuzunda oynarken çizerken biraz suçluluk duydum ama kaykayda onunla kaymayı pek istememiştim.
Sınıfa bir göz attığımda, herkesin kendi resmine daldığını, boyalı kalemlerin kâğıdın üstünde hızla sağdan sola, soldan sağa kaydığını gördüm. Benim kadar herkes mutluydu galiba. Acaba nasıl çiziyorlardı? Çok merak ediyordum ama sıraların arasında dolaşarak hem kendimizin hem de arkadaşlarımızın dikkatini dağıtmamızdan öğretmenimizin hoşlanmadığını biliyordum. Etrafı seyrederken öğretmenimin sesiyle kendime geldim:
- Onur, resmin bitti mi?
-Hayır, öğretmenim, az aldı.
-O zaman resmine yoğunlaşır mısın, zamanımız azalıyor.
-Peki öğretmenim.
Resmime devam etmek için yeniden kağıda baktığımda çok garip bir şey olduğunu anladım. Sınıfa baktım, sınıfta olmadığımı gördüm! İnanılmaz bir şeydi ama çizdiğim o parktaydım!
Kaykayın en tepesindeydim. Aşağıda Ali kum havuzundaydı ama ne yaptığı görünmüyordu. Berk ve Candaş kaykayın üstünde, hemen benim arkamdaydı. Benim kaymamı bekliyorlardı. Sonra sırasıyla kendileri kayacaktı. Ama ben kayacağım yolu bile göremiyordum. Ağaçlar kapkara, kuşlar ve çiçekler, kelebekler görünmüyordu.
Her yer kapkaranlıktı! Aman tanrım! Güneşi çizmeyi unutmuştum. Hemen resim kâğıdına güneşi de ekledim. Bir anda oyun parkına dönen sınıf aydınlandı. Artık Ali’nin aşağıda ne yaptığını, kuşları, çiçekleri, kayacağım kaykay rampasını çok net görebiliyordum. Kelebekler, kuşlar çevrelerini görmeye başladıkları için neşeyle uçmaya başladılar.
Başka bir gariplik daha fark ettim: Parka ne giren, ne de çıkan vardı.
Kendime çok şaşırdım; parkın kapısını çizmeyi unutmuştum! Kapısız bir parkta oyun oynayan çocuklar tutsaklar gibi aynı şeyleri yapmaya mecbur kalıyorlardı. Hemen parka bir kapı çizdim. Kapısına da park görevlisini ekledim. Şimdi çocuklar daha güven içinde oyun oynamaya başlamışlardı. Yeni yeni çocuklar, yanlarında birileri ile parka girebiliyorlardı.
İki tane çok küçük çocuk, yaylı zürafaların üzerinde korkuyla bakınıyorlardı. Oh ne kadar unutkanım! Onların yanına, onları tutmak için birilerini çizmediğimi fark ettim. Hemen ablalarını, annelerini çizdim. Şimdi çocuklar mutlu bir şekilde, korkusuzca sallanmaya başladılar. Ama konuşamıyorlardı! Baktım, ağızlarını çizmediğimi gördüm. Ağızlarını da çizdim. Şimdi çocuklar şen kahkahalar atmaya da başladı.
Kızlar çizdiğim salıncaklarda öylesine oturuyorlardı. Onlar için ne yapacağımı düşünürken öğretmenimin sesini duydum:
-Çocuklar süremiz sona erdi. Eksiklerinizi sonra tamamlayabilirsiniz. Şimdi kalemlerinizi bırakma zamanı. Çizdiğiniz resimleri ters çevirebilirsiniz. Size hafta sonu ödevinizi anlatmak istiyorum.
Resmimi sıramın üstüne ters çevirdiğim anda oyun parkından yeniden sınıfa döndüğümü fark ettim. Acaba arkadaşlarım da benim gibi parka mı
gittiler, yoksa sadece ben mi bu ilginçliği yaşadım, çok merak ediyordum.
Arkadaşlarıma baktım. Herkes benim gibi şaşkın ve merakla birbirine bakıyordu. Parkta yalnız olmadığımı anladım!
Öğretmenimiz, yüzünde sevecen bir ifade ile “ Çocuklar, yaşadığımız ders deneyimine hayal gücümüzde yolculuk deriz. Önemli olan resminizi ne kadar mükemmel çizdiğiniz değil, hayal gücünüzü ne kadar iyi kullanabildiğinizdir. Ben çizdiğiniz resimleri çok beğendim. Bu hafta sonu bir resim çizmek isterseniz, size zarf içinde vereceğim fotoğrafları kullanarak, fotoğraftaki konuyu kendinizce çizmek için kullanabilirsiniz.
Her birinize bir zarf hazırladım. Her zarfta bir fotoğraf var. Bu fotoğraf, dünyanın herhangi bir yerinden alınmış bir görüntü. Bu fotoğraftaki olumsuz görüntüleri ve duyguları ancak siz çocuklar düzeltebilirsiniz. Bu nedenle ödevinizi, yüreğinizden gelen sese göre yapmanızı önereceğim. Hepinize iyi hafta sonu tatili… Güle güle…”
Hepimiz, hafta sonu tatilinin geldiğine çok sevinerek, zarflarımızı öğretmenimizden aldık, resim dersliğinden ayrıldık. Çantalarımızı almak üzere, koşarak sınıfımıza çıktık.
Sınıfta, hiç birimiz ne yaptığımız resimlerden, ne de yaşadıklarımızdan söz etmedik. Sadece “Ders süperdi!” deyip durduk. Neler yaşadığımızı seslendirirsek dersin gizemin bozulacağına inanıyorduk sanki. Bu da yapmayı hiç istemediğimiz bir şeydi.
Gizemli dersimizle haftayı sonlandırmıştık. Şimdi iki gün dinlenme zamanıydı.
Eve geldiğimde, kapıyı benden önce eve gelmiş olan kız kardeşimle birlikte babaannem açtı. Mutfaktan mis gibi kokular geliyordu. Mutfağa daldık. Babaannemin hazırladığı lezzetli kurabiyeleri kardeşimle kapıştık. Annem babam henüz işteydi. Babaannem bu nedenle bizlere kurabiyeler, en sevdiğimiz yemekleri hazırlamıştı.
Meyve sularımızı içerken mutfakta sohbet ettik. Babaannem her iş çıkışı bize uğrar, “Sizi çok özledim” der, bizden öpücük almadıkça evine gitmezdi. Bugün de bize gelmiş, en sevdiğimiz kirpili kurabiyelerden yapmıştı.
Okulda o gün neler yaptığımızı anlatırken, resim dersinde yaşadıklarımı da anlattım. Hayal gücümde yolculuk yaptığımı söyledim. Defne, ”Beni de o yolculuğa götür Abi” diye heyecanla çığlıklar atmaya başladı. Babaannem ise nedense hiç şaşırmamış göründü. “ Hadi o zaman siz yolculuğa çıkın, ben de sizi seyredeyim” dedi.
-Önce resme bakmalıyız babaanneciğim, dedim.
Defne heyecanla bağırmasını sürdürdü:
-Hadi! Hadi, hadiiii!
Çantamda duran zarfı gidip getirdim.
Zarfı merakla açtım. İçinden siyah beyaz, büyük bir fotoğraf çıktı. Fotoğrafta, benim yaşlarımda ama üstü başı kir içinde, yüzünde korku ve mutsuzluk olan bir çocuk vardı. Yıkık bir duvar dibine saklanırcasına çömelmiş, elindeki patlak, eski bir topu sıkı sıkı tutuyordu. Etraftaki evler, ağaçlar, büyük bir yangından çıkmış gibi yıkık dökük, kapkaraydı. Yol taş parçaları, metal parçaları, savrulmuş kırık eşyalarla doluydu. Çocuk yapayalnızdı.
-Uff ne kadar kötü! Ben olsam ağlardım burada! diyen kardeşim Defne’nin sesini duyduğumda irkildim.
Evet, ben de o çocuğun yerinde olsam, onun kadar cesur olamazdım diye düşündüm. Kim bilir belki bağırarak etrafta koşar dururdum. Birilerini arardım!
Defne:
-Bu çocuğun bir adı olmalı Abi. Sence adı ne olabilir? diye sordu.
-Bilmiyorum Defne.
Defne daha sonra babaanneme aynı soruyu sordu:
-Bu çocuğun adını biliyor musun Babaanneciğim?
Babaannem bilirmiş ama söylemezmiş gibi bir ifade ile:
-En iyisi bunu o çocuğa sormalı. Ama önce bu resmi mutlandırmalısınız ki bu çocuk konuşacak gücü kendinde bulsun. Ne dersiniz? “
İkimiz de “Haklısın babaanne. Hadi bir an evvel bunu yapalım! diye yanıtladık.
Sonra telaşla resim malzemelerimizi masamıza taşımaya başladık.
Defne çok güzel resim yapardı. Ben de çok gözlemci olduğum için detayları iyi görürdüm. İyi bir ekip olmuştuk şimdi. Öğretmenim de “yardımlaşma yok” dememişti ki!
Kocaman, beyaz bir resim kâğıdını masaya yaydık. Siyah beyaz resimden hiç hoşlanmazdık. Boyaların hepsini masaya sıraladık. Bu fotoğrafta her şey vardı ama bir şey eksikti. O eksik şey de yokluğunu çok hissettiriyordu. Bunun ne olduğunu bir türlü bulamıyordum!
-Babaanne, bu fotoğraftaki en büyük eksiklik nedir sence? diye çaresizce sordum.
Babaannem:
-Bunu sen bulmalısın Onur’cuğum. Bu senin yolculuğun.
Defne hemen atıldı:
-Sen de gel bizimle babaanneciğim. Ne olur!
-Yapamam Defne’ciğim. Ben o yolculuğa çıkamayacak kadar büyüğüm artık. Bunu ancak siz çocuklar yapabilirsiniz!
Sessizce kabullendik. Resme başladık. Önce kocaman, turuncu bir güneş çizdik resim kâğıdının en üstüne. Gökyüzünü mavilerle boyadık. Bir anda fotoğraftaki çirkinlikler daha net görünmeye başladı! Pis bir koku, kulakları sağır edecek kadar güçlü patırtılar gelmeye başladı aniden. Defne elimden tutmuş, “Abi korkuyorum. Neredeyiz biz?”diye soruyordu.
-Korkma Defne, öğretmenimiz buna düş yolculuğu diyor. Hadi biz resmimizi yapmaya devam edelim. Bu çirkinlikleri güzelleştirelim!
-Tamam Abi’ciğim.
Gürültüden kulaklarımız neredeyse sağır olacaktı. Defne “Bu sesleri keselim” diye tekrarlıyordu.
-Defne bunlar roket, uçaksavar, tüfek sesi. Bilgisayar oyunlarından biliyorum. Hemen bu sesleri kesmek için bir şeyler yapalım! Ne yapsak ki?
Kuşlar geldi aklıma. “Kuş” diye bağırdım. Defne hemen kuşlar çizmeye başladı gökyüzüne. Hepsini farklı renkte çiziyorduk. İşte istediğimiz olmuştu! Hepsi birbirinden güzel ötmeye başladı. Kulakları sağır eden gürültü çok azalmıştı ama bitmemişti.
“Bir de dere çizelim” dedi Defne. “Su akarken şırıl şırıl ses çıkarır. Bu gürültüyü tamamen kovarız dünyadan.”
“ Tamam” dedim. “Hadi en güçlü akan, en güzel dereyi çizelim.”
Dereyi de çizdik. Taşlara çarparak kıvrım kıvrım akan, temiz, şırıl şırıl sesler çıkaran deremiz de eklenmişti resmimize. Sonunda o korkunç gürültüyü tamamen silmiştik yeryüzünden.
Fotoğraftaki çocuk içinde olduğu tezatlığa şaşkınlıkla bakmaya başlamıştı. Yüzündeki korku ifadesinin yerini hayret ifadesi almıştı. Defne:
-Hadi Abi, çabuk şu yolu temizleyelim. Yol taş parçaları, metal parçaları, savrulmuş kırık eşyalarla dolu. Bunların yerine çiçekler çizelim. Hem güzel güzel kokarlar, bu pis kokuyu temizlerler, hem de tertemiz dururlar! Ne dersin?
-Haklısın Defne. Çiçekleri yolun kenarına çizelim. Yola bisikletler ekleyelim. Çocuklar sürsün. Hem bu çocuğun yalnızlığı biter hem de yol, yola benzer!
Aceleyle birkaç bisiklet çizdik. Defne, bir de bebek arabası süren anne resmi çizdi. Resmimiz birden bire kalabalıklaşmış, renk renk çiçekler, mis kokular arasında yürüyen, bisiklet süren çocuklarla dolu bir parka benzemişti. Yolun kenarına kırmızı bir bank çizdim. Üstüne, oturan bir dede ve küçük çocuk ekledim. Çocuğun eline yem torbası çizdim. Kuşlara yem atmaya başlayan çocuğun etrafını beyaz kuşlarla bezedim.
Fotoğraftaki çocuğun yüzünde hayranlık ve çekingen bir gülümseme belirmişti. “Oluyor Defne, çocuk mutlu olmaya başlıyor!” diye sevinçle bağırdım. Defne gururla başını salladı. “Evet Abi, yolculuk işe yarıyormuş!”
Resim gittikçe renkleniyor, çirkinlikler, olumsuzluklar teker teker yerlerini olumlu ve güzel şeylere bırakıyordu. Ne o pis koku kalmıştı, ne de o korkunç savaş gürültüleri. Resim güzelleştikçe, renklendikçe eksikler kendini gösteriyor, “Beni de çiz! Beni de çiz!” diye sanki haykırıyordu!
Rüzgârda oynayacak yapraklı ağaçlar çizmemiz gerekiyordu. Yanık, yıkık ağaçları yeşilin her tonuyla boyayıp, bazılarını meyvelerle, bazılarını çiçeklerle, bazılarını da sadece yapraklarıyla bıraktık.
Yıkık evlerin yerine, perdeleri rüzgârda uçuşan, kapıları açık, çocukların rahatça girip çıkabildiği bahçeleri olan evlere çevirdik. Bahçelerine çocuklar çizdik. Boyalı kalemlerimiz süratle çizimlerimizin üzerinde gidip geliyordu. Tükenen her boya resme başka bir canlılık katıyordu sanki!
Çocuğun önünde durduğu yıkık duvarı sarmaşık gülleriyle kapladık. Elindeki patlak, eski topu gökkuşağı renklerine boyadık. Ne patlağı kaldı ne
de eskiliği. Çocuk bu sefer büyük bir mutlulukla topuna bakmaya başlamıştı.
“Yanına bizi de çizelim mi Abi? Tek başına topla oynamak sıkıcı olur. ” diye sordu Defne.
-Evet! Evet! Bizi de çiz hemen. Hangi takımı tutuyor bu çocuk acaba?
-Aman Abi! Maç yapmayacağız ki. Top oynayacağız. Bize ne takımdan!
-Tamam, Defne, somurtma hemen. Takım falan yok. Soralım mı şimdi adı ne?
-Yok, şimdi sormayalım. Bizim gibi giysiler çizelim üstüne. Yüzündeki kir gibi görünen kan lekelerini de silelim. Acaba çikolata resmi de çizsem mi abi? Hem oynarız, hem yeriz!
-Oburluk yapma şimdi. Oyun oynarken bir şey yemeyelim. Ama istersen şu köşeye bir dükkân çizelim. Çikolata, şeker, dondurma satsın. Hatta limonata, meyve suyu da koyalım. Babaannemin kurabiyelerinden de koysak mı?
-Oleyyyy! Çok sevdim bu fikri. Hemen çizelim! Balonlar da satsın hem de!
Defne, kapısında balonlar takılı çikolata dükkânını çizdi. Ben de fotoğraftaki çocuğun giysilerinin çizimi ile uğraştım.
Biraz sonra, fotoğraftaki çocuk yeni giysileri içinde tertemiz, bir elinde yeni topu, karşısında çizdiğimiz ben ve Defne ile bakışıyordu.
-Merhaba, benim adım Onur. Bu da kız kardeşim Defne. Senin adın ne? diye sordum, resimde karşımda duran çocuğa.
Çocuk konuşmaya çekinir gibi baktı yüzümüze. Kızardı. Sonra tutuk tutuk da olsa konuşmaya başladı:
-Merhaba. Benim adım da Mustafa.
-Beraber top oynayalım mı Mustafa?
-Olur oynayalım. Ama buraya ne oldu? Nasıl böyle değişti her yer?
-Sen bilmiyor musun? Biz hayal dünyamızda yolculuğa çıktık kâğıt, kalemlerimizle. Gördüğümüz her çirkin, olumsuz şeyi kalemimizle düzelttik, renklendirdik ve güzelleştirmeye çalıştık. Bunu sen de yapabilirsin. Sen de çocuksun!
-Ben nasıl yapabilirim ki? Burada bizim ne kâğıdımız, ne kalemimiz var. Düşlerimiz de yok. Bizim hiçbir şeyimiz yok! Sadece korku var, acı var, ölüm var. Savaş var!
- Ama biz bütün o kötü şeyleri resmimizle yok ettik. Artık ne savaş var, ne de acı! Bunu sen de yapabilirsin!
-Nasıl? Nasıl yapabilirim ki?
- Biz sana yardım ederiz. Sen de kâğıt ve kalemle tanış. Sana ve okul arkadaşlarına biz gerekli malzemeleri getirelim. Siz de dünyayı güzelleştirmek için okulda çalışmalar yapın.
- Ama bizim okulumuz da yok. O da yıkıldı son saldırıda!
- Artık var! Baksana arkana, bu duvar okulunun bahçe duvarı. Bugün hafta sonu tatili başladığı için biraz sessiz ama Pazartesi günü yine seslerle dolacak.
Mustafa’nın yüzünde güneş açtı sanki.
-Gerçekten mi? Artık bizim de okulumuz, defterlerimiz, kitaplarımız, öğretmenlerimiz olacak mı? Düşlerimizi yine bulabilecek miyiz? Bizler de elimizde kalemlerle dünyayı güzelleştirebilmek için çalışmalar yapacak mıyız?
“Evet! Evet, evet! ” diye bağırdı Defne. “Önce düşlerin olacak! Sonra her şey sırasıyla olacak”
Söze girdim ben de:
“ Mustafa, senin fotoğrafında biz bunu yaptık. Bunu ancak çocuklar yapabilirmiş. Geleceği düşleriyle çocuklar güzelleştirebilirmiş… Şimdi sıra sende! Sen de düşlerinle başka çirkinlikleri düzelt. Yanlışları kaleminle güzelleştir. Başka çocuklar da senden öğrensin, onlar da yapsın. Böylece bütün çocuklar birbirine öğretmiş olur.”
Mustafa hiçbir şey demedi. Ama topa öyle neşeyle vurdu ki, bütün sözler topla birlikte mutlulukla havalandı.
Top, masmavi gökyüzünde uçan kuşların yanından hızla geçip yere doğru düşmeye başladı. Hepimiz yere doğru inen topu yakalamak için ona doğru koşmaya başladık. Ellerimizi uzattık. Aramıza, çimlerin üzerine düşen topu yakalayıp, oynamaya başladık. Mustafa’yla birlikte oynadık, oynadık. Koştuk, koştuk, çimlerde yuvarlandık. Yorgun düşene kadar oynadık!
Ne kadar oynadığımızı tam olarak bilmiyorum. Ama geç olduğuna karar verip, topu Mustafa’ya uzatarak teşekkür ettik. Defterler, kalemler için söz verdik. Ondan da, başka resimlerde güzellikler yaratmak için yolculuklara çıkacağına, bunu başka çocuklara da öğreteceğine dair söz aldık. Onu özleyecektik…
Resmimize baktığımızda her şey çok güzeldi. Birkaç eksiğimiz kalmıştı. Okulun kapısına kamyon çizdik. İçine kolilerle defter, kalem, kitap resimleri çizdik.
Gökyüzüne de birkaç uçurtma!
En son beyaz güvercinler çizdi, Defne! Ağızlarında kötülüğü uzak tutsun diye defne dalı, barışı getirsin diye zeytin dalı tutan güvercinler!
Sonra resmimizi hayranlıkla seyretmeye başladık…
Eksik olan şeyi bulmuştum sonunda. Heyecanla babaanneme dönüp bağırdım:
- Buldum babaanneciğim, buldum! Eksik olan şeyi buldum.
Sevgiymiş o! Sevgisiz her şey çok eksikmiş!
Babaannem bize sevgiyle gülümsedi…