SÜT MISIR

ECE DURMAZER

Başkent Üniversitesi Ayseabla Anadolu Lisesi

 

“Mısıııııır! Süt mısııır…”

Alnından akan ter damlalarını sildi ve mısır kovasını yerden alıp koluna taktı. Sağ kolu ağır kovayı taşımaktan ve sıcak metalin tenine temasından dolayı yanık ve kahverengiydi. Sahilin sıcak kumlarında bata çıka yürümeye çalışıyor, mısırlara kum değmesin diye kovasını daha da yükseğe kaldırıyordu. Sabah erken kalkmış, bir önceki günden aldığı mısırları pişirmiş ve sahile doğru yola çıkmıştı. Fakat otobüs durağına gelince şoför onu almamış, elindeki mısır kovasıyla binemeyeceğini söylemişti. Durum böyle olunca kendisi de evden sahile kadar yürümek zorunda kalmıştı. Bu yol iki saat kadardı. Alnındaki terleri kolunun tersiyle bir daha sildi.

 Sağ tarafında uzanan parlak, mavi ile yeşilin dans ettiği uçsuz bucaksız denize baktı. Çocuklar etrafında koşuşturuyor, hayatın zorluklarından ve telaşlarından habersiz birbirlerine su sıçratıyorlar, neşe içinde oradan oraya koşuyorlardı. Bilmiyorlardı ki bu neşeleri fânidir. Gün gelecektir ki bütün hayatları tek bir çizgi olacak, neşe ve gülücükler sahte insanların sahte yüzlerinde, boyunlarına taktıkları kolyeler kadar basit ve yapmacık olacaktı. Derin bir iç geçirdi ve çocukların yanına gitti. Kovasını taşın üstüne dikkatlice koydu ve sıcacık bir gülümsemeyle çocuklara döndü. “Sıcacık mısırlarım var. Süt mısır… Taze ve tam kıvamında…” dedi. Çocuklar oyunlarını bırakıp ona doğru döndüler, birkaçı yaklaşıp meraklı gözleriyle kovanın içine bakmaya çalıştı. Çocukların boyuna eğildi ve küçük bir kızın saçını okşadı. Küçük kız bütün dişlerini göstererek ona gülümsedi. Bu gülümseme o kadar saf ve o kadar içtendi ki içindeki bütün hüzün birdenbire sönüp gitti.

 Birkaç küçük, annelerine heyecanla koşup parmaklarıyla mısırcıyı gösterdiler. Mısırcı ve kovası onların ilgisini çekmişti, ama anneleri onlarla aynı fikirde değildi. Pahalı gözlükleri ile ucuz parfüm ve sigara kokan bir kadın ona doğru sinirli adımlarla yürüyordu. Kadın yürüdükçe arkasından kumlar etrafa saçılıyor ama kadın aldırış etmiyordu. “Siz ne cüretle küçük çocuklara o kovadan bir şeyler satmaya çalışabilirsiniz? Kim bilir o mısırlar nerede pişirildi, kaç gündür o kovanın suyu değişmedi?  Bir de hiç utanmadan çocuklarla konuşuyorsunuz.  Ayıp, ayıp!” Kadının sesini duyan başka bayanlar da ne olduğunu anlamak için mısırcının bulunduğu yere geldiler. Sonradan gelenler birbirlerine kuşkulu bakış attılar ve gözlüklerini kaldırıp kovanın içini süzdükten sonra yüzlerini buruşturdular. “Ay evet, acaba o mısır suyu kaç gündür temizlenmedi?” “Mısırlar taze mi ki derisiniz?” “Ay geçenlerde duydum sokak satıcıları artık her şeyin en kötüsünü alıp bize satıyorlarmış. Valla güven olmaz bunlara.” Olayı başlatan kadın, küçük kızın bileğinden tutup hışımla arkasından sürükledi. Birkaç bayan ona ters ters bakıp söylendikten sonra şezlonglarına geri döndüler ve az önceki tatsız olay yaşanmamış gibi davrandılar. Plaj görevlisi düdüğünü çala çala hızlıca ona doğru yaklaştı: “Hey, mısırcı! Buradan gitsen iyi olur insanları rahatsız ediyorsun.”  Mısırcı şaşkın gözlerle etrafa baktı.

 

Az önce olanları algılamaya çalışıyordu, ama plajdakilerin bakışları altında daha fazla ezilmemek için kovasını kapıp plajdan ayrıldı. Yüzü sıkıntıdan ve sıcaktan kıpkırmızı olmuş, alnından ve ensesinden terler akıyordu. Kendi kendine söyleniyor, bir an önce eve gitmek istiyordu. Ah şu zengin ve her şeye sahip olduğunu sanan insanlar! Bir türlü anlamıyorlardı. Sıcak güneşin kızgın ışınları altında sabahtan akşama kadar bir oraya bir buraya gitmek onun da hiç hoşuna gitmiyordu. Ama her şey çocukları ve onların gelecekleri içindi. Onların küçük elleri ve evin içinde koşuşturmacaları, her akşam ona hikâyeler anlattırmaları, onun yüreğini sevgiyle dolduran her sabah sanki yeniden doğmuşçasına bir neşeyle kalkmasının nedeniydi. Adımlarını hızlandırdı. Bir an önce eve gitmek, bir an önce çocuklarına kavuşmak istiyordu. Bugünkü tatsızlık ancak onların sesleriyle örtülebilirdi.

Yoğun caddelerden ve dar sokaklardan hızlıca geçti. Koşar adımlarla yokuşu tırmanmaya başlamıştı ki arkasından bir ses duydu. “Şşşt mısırcı, baksana!” Aldırış etmeden yoluna devam etti. Arkasındaki kişi hızlıca yaklaştı ve onu hışımla kendine çevirdi. “Kime diyorum ben? Nerde benim kiram? İki ay oldu hâlâ yok? Çok merak ettim doğrusu.” Adam ayağını sertçe yere vuruyor, ağzındaki sakızı sesli bir şekilde çiğniyordu. Mısırcıyı alaylı gözlerle süzdü. Önce mısırcının giydiklerine sonra da elinde tuttuğu kovaya baktı ve kendini beğenmiş bir edayla güldü.  “Merak etmene gerek yok en kısa zamanda vereceğim” dedi mısırcı huzursuzca.  “Umarım öyle olur yoksa bu sefer elimden kurtaramazlar seni”.  Adam mısırcıyı son kez süzdü ve alaylı bakışlarla arkasını dönüp oradan uzaklaştı.

Mısırcı hızlı hızlı soluyarak evinin önüne kadar geldi. Hızlıca apartmanın basamaklarını çıktı ve zile bastı. Kapı hafifçe aralandı. Bir çift iri kahve göz yukarıya doğru baktı. Kızının dudaklarında babasını görünce bir gülümseme yayıldı. Kapıyı ardına kadar itip boynuna sarıldı. Koşarak iki oğlan içeriden geldi ve onlar da aynı şekilde babalarının boynuna atıldılar. Güldü. O gün ilk defa gerçek bir gülümseme yüzünde belirdi. Mutluydu, çünkü çok fazla şeye sahip olmasa bile herkesin istediği tek bir şeye sahipti: Onu her daim kabul edecek ve onu olduğu gibi sevecek bir aileye…