SERHAT VE DİĞERLERİ

ZEYNEP DURU ÖZKAN

Özel Marmara Ortaokulu

 

Baban istediğin oyuncağı sana almadı… Annen bu akşam istediğin yemeği yapmadı… Ödevini yapmadığın için öğretmenin sana kızdı…

Bazı çocuklar var, tek dilekleri sadece böyle şeylere üzülmek, üzülebilmek. Çünkü onların ne oyuncakları, ne evde pişen sıcak yemekleri, ne de öğretmenleri var…

İşte, Serhat da dört kız kardeşiyle birlikte bu çocuklardan biriydi.

Her sabah olduğu gibi yine annesiyle babasının kavga sesleriyle açmıştı gözlerini. Hızlıca doğruldu ve alelacele üstünü giymeye başladı. Babası gelmeden hazırlanıp kendini kanıtlamak istiyordu. Ancak geç kalmıştı. Babasının girmesiyle birlikte odayı ağır bir sigara ve alkol kokusu doldurmuştu. Babası, “Sen hala giyinmedin mi?!” diye söylendi ve o sırada zavallı Serhat’ın yüzüne bir tokat indirdi. Serhat tokadın etkisiyle düşünce babası söylenmeye devam etti. “Bir de erkek olacaksın! Bir tokatla devrildin hemen!!!” dedi ve kapıyı sertçe çarparak dışarı çıktı. Bu arada Serhat da yanağındaki yanma hissine aldırmadan hızlıca giyinip mutfağa koştu.

Annesi küçük kız kardeşine ekmeğini yediriyordu o sırada. Serhat’a bakmadan “Baban yarımşar dilim ekmek koymamı istemişti ama bugün enerjiye ihtiyacınız olacak.” dedi. Serhat tabağındaki tam dilim ekmeği görünce gülümsedi ve ekmeği yemeğe koyuldu. Sofradan kalkmadan önce bir küp peyniri de ağzına attı ve attığı gibi de öksürmeye başladı. Ancak babası onu duymasın diye ağzını kapatarak dışarı çıktı. Çıktıktan sonra son bir kez dönüp kapıya baktı ancak bu çok uzun sürmedi. Zaten eski bir apartmanın bodrumunda yaşıyorlardı. Yani bakmaya doyulmayacak kadar güzel bir ev sayılmazdı.

Serhat koşmaya başladı. Önünden geçtiği kahvedeki saate baktı: 06:27! Bu saatte insanlar işe gitmeye başlamış olurdu. Hızlandı. Bir an önce kavşağa varmak istiyordu. Birkaç dakika daha koştuktan sonra artık neredeyse nefes alamayacak hale gelmişti. Sokak lambasına yaslanıp biraz soluklandı ve tekrar koşmaya başladı. Nihayet kavşağa vardığında çevresine bakındı ve üzerinde “Taş Fırın” yazan bir yere girdi. Kasada oturup bir yandan da köşedeki televizyonu seyreden amcasına doğru adımladı ve selamlaştılar. Bir süre sonra elinde içi tazecik simitlerle dolu bir koliyle dışarı çıktı ve kavşağın ortasındaki boş çimlik alana yerleşti. Hava sıcaktı. Hırkasını çıkarıp çimlerin üzerine serdi. Artık simitleri satmaya hazırdı.

Penceresi açık arabalara koşturup simit satmaya çalışıyordu. Arka koltukta bir çocuk, şoför koltuğundaysa pala bıyıklı, sert görünümlü bir adamın oturduğu gıcır gıcır bir araba gördü birden. Kırmızı ışık yanıyordu. Serhat içindeki küçücük umut ışığıyla açık pencereye yaklaştı. Kısa bir öksürük nöbetinden sonra konuşmaya başladı. “Tazecik simitlerim var efendim. Tanesi 1 lira. İster miydiniz?”. Adam çatık kaşlarla Serhat’ı süzdü. Ve arka koltuktaki çocuğuna dönerek, “Bak işte okula gitmezsen böyle sokakta simit satarsın!” dedi ve yeşil ışığın yanmasıyla birlikte gaza basarak jet hızında uzaklaştı.

 

Serhat her gün duyardı bu tür sözleri ancak artık her şeyi geride bırakıp duymak istemediklerine kulaklarını tıkayarak uzakta bir yerlerde yeni bir başlangıç yapmak istiyordu. O da çok isterdi simit satıp ev geçindirmektense okumayı ama babası bu arzusunu duysa bir daha eve adımını atamaz, annesini ve kardeşlerini göremezdi.

Aradan saatler geçti, artık öğlen olmuştu. Biraz sonra ondan bir yaş küçük olan kız kardeşi elinde çiçek buketleriyle çıkageldi. Bu sefer elinde çok fazla buket yoktu. Bunun anlamı kardeşinin bu akşam kendini dayaktan kurtarabilecek kadar kazanç sağladığıydı. Kardeşi adına sevindi. İkisinin de karınları kurt gibi açtı. Çimlere oturup Serhat’ın ikiye böldüğü simiti yemeye koyuldular. Yemekleri bitince küçük kız çiçek satmaya geri döndü. Bu arada Serhat da aldığı simitlerin karşılığını ödemek için günün kalanında amcasının fırınında çalışacaktı. Koşarak yolu geçti ve hızlıca fırına girdi. Kasada oturan amcasıyla yaptığı kısa sohbetten sonra eline tutuşturulan faraş ve süpürgeyle etrafı süpürdü, para saydı ve fırından çıkan ekmekleri raflara yerleştirdi. Kısacası tüm zaman alacak fakat yapılması gereken işleri yaptı. Bütün bu yorgunluğun sonunda artık eve gitme zamanı gelmişti.

Kapının önünde küçük kardeşiyle birlikte annesini gördü. Annesi temizlikten geliyor olmalıydı. Elleri nasırlaşmış, saçları darmadağın olmuştu. Annesi kafasını onun olduğu yöne çevirdiğinde koşup duvarın arkasına saklandı. Eve dönerken yolda düşmüştü. Çenesi, dizi ve dirseği kanıyordu. Aslında canı acımıyordu ama annesinin onu böyle görüp de üzülmesini istemiyordu. Annesinin eve girdiğine dair kapı sesini duyunca, annesi onu duymasın diye içinde tuttuğu tüm öksürüğü serbest bıraktı. Hırkasını çimlik alanda unutmuştu, üşüyordu. Ancak canı eve gitmek de istemiyordu. Nedensizce koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu. Sadece koşuyordu. Yorulduğunda bir sokak lambasının yanında diz çöktü. Boğazı acıyor ve göğsünden canını acıtacak şiddette hırıltılar yükseliyordu. Neredeyse nefes alamayacak durumdaydı artık. Sanki akciğerleri bu soğuk ve pis havayı istemiyordu. Serhat nefesinin kesildiğini hissedince gözlerini kapadı.  Serhat yorulmuştu. Artık uyuyacaktı…